İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ VE ŞİİR DİNLETİSİ 

        
 "Aşk Vazgeçmez"

4 Mayıs 2019 Cumartesi, Saat:14.00 

İLESAM Genel Merkezi Salonu

 






Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Cumartesi toplantılarından biri daha 4 Mayıs 2019 tarihinde İLESAM Kültür Evinde gerçekleştirildi. İLESAM Yönetim Kurulu Üyesi İlter Yeşilay'ın oğlu Volkan Yeşilay'ın yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan program, İlter Yeşilay'ın "Aşk Vazgeçmez" konusunu anlatması ile devam etti.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor, oturuyor

Sayın İlter Yeşilay'a  konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metni sizlere aynen aktarıyoruz

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Yaratılışın özünden insanın kalbine damlayan en tanrısal duygunun aşk olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Yaratan, ruhu ve beşeri en özgün biçimde hayatın içine öylesine güzel konumlandırmıştır ki… Bir çiçeğin yaprağından bir insanın yüzüne kadar her şeye aynı oranı (Altın oran) yerleştiren Allah, insanın yüreğine de kendi ruhundan üflerken o benzersiz ve muhteşem duyguyu hediye etmiştir.  Bu yüzden kâinat, sanat ve insan aşkla şekillenmiştir. Yani aşk bizim ruhumuzda ve hücrelerimizde gizlenmiş bir büyük ayrıcalıktır. Önemli olan bu duyguyu açığa çıkaracak şeyin ne olduğudur. Rahmetli Çinuçen Tanrıkorur’la bir sohbetimde bana insanın kalbindeki Süveyda noktasından bahsetmişti. Bu konuyu araştırdım ve öğrendim ki:

“Kalbin ortasındaki kara bir lekedir süveyda. İlahi hikmet üzre alemlere açılan bir kapıdır. Aşkın başlangıç noktasıdır. Bütün sevapların ve gizli günahların sırlandığı ve sadece Allah’ın bunları bildiği bir nokta da der alimler.  İlim bilim ve sanat insanlarında ilahi ilhamın alışverişinin bu noktadan yapıldığı söylenir. Bu yüzden şairlerin yazarların, sanatla uğraşanların bilim ve ilim insanlarının kalbindeki süveyda noktasının biraz daha büyük olduğu söylenir. Çünkü en fazla akış, ilhamın kaynağından gelen bilgi ve duygunun talibi olan ve kendisine bu yeteneğin bahşedildiği insanlarda olur.  Süveyda bir kapıdır ve aşkın kara noktasıdır. Mesela İskender Pala süveydayı şöyle anlatıyor.

“Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta, yoğun bir damla kandan ibarettir. Adına 'süveyda' yahut 'sevda' derler. Çünkü sevda kara talih içinde, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa aşık artık ne yaptığını bilmez olur."

Bende kendi tabirimle “Aşkın en saf hali, sevgilinin adıyla kalbindeki sır noktası arasındaki mesafedir. Oraya ya varamazsın veya orda  varolursun.”  Diyorum.

Aşk; iki cins arasındaki safiyane bir mutluluk ve huzur olmaktan ziyade hüzün imkânsızlık ve acılardan tadını alarak büyüyen bir duygudur. Hayatın gidişatı içinde vaat edilmiş ve tasarlanmış ilişkiler yumağının sıradanlaştırdığı olgularda varolamaz.  O en yüksekte duran, ulaşılmaz gizemli elde edilmeye ulaşılan bir hayat öznesidir.  Aşk bir ateş halidir. Ona varmak için katedilen yolda ortaya çıkan engeller ve duraklamalar bu ateşin daha da harlanmasına ve kuvvetlenmesine taşınan çam kütükleri gibidir.  Zorlaştıkça kendi içindeki devinimi artar, sevgiliye duyulan hasret ve vuslat dürtüsü, aşığın kalbini öylesine yakmaktadır ki;  artık tek bildiği, tek istediği ve arzuladığı şey bu duygusunun sahibine kavuşmaktır.  O zaman acıları azalacak  hayatı huzura ve mutluluğa  erecektir.  İşte yüzyıllardır şairler yazarlar, aşıklar bu duygunun tarifini yapmaya onu anlatmaya talip olmuşlardır. Fakat öyle kolay değildir bunu hakkıyla başarabilmek. Çünkü o aşamada bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalırlar: Yaşanmayan hiçbir şey gereğince tarif edilemez. Aşkı başkalarının ağzından duyup, başkalarının yazdıklarından öğrenmeye çalışan kalem erbabı insanlar ancak onu tasvir edebilirler. Bu yüzden yapıp ettiklerinde o ruhani derinliğin izlerine rastlamazsınız. Tarif edilmiş yüzeysel bir anlatımı görürsünüz karşınızda.  Aşkın derinliğindeki acı ve hazzın özüne tecelli etmiş eserlerdeyse ilk bakışta, ilk duyuşta ve ilk nefeste benliğinizi esrarlı bir his sarar. Çünkü sizin kalbinizdeki en dip yere ulaşan ve alemlerin ilhamına açılan bir kara noktaya, yani süveyda noktasına, kelimeler, renkler, şekiller ve sesler olarak çoktan değmiştir sanatçının parmak uçları. Bu yüzden gerçek aşkı tanıyan nice söz erbabının eserleri hala kubbede hoş bir sada  olarak kalırken tasvircilerin sözleri kısa ömürlü kelebekler gibi zamanın bir yerinde uçuşarak yok olmuşlardır.

Bildiğimiz tarih boyunca aşk yaşamın kaynağı, ruhun can suyu aynı zamanda hem kudreti hem aczi olmuştur. Uğruna başların verilirken, kralların ve sultanların bile önünde başını eğdiği tek yüceliktir aşk. .Aşktan gelene eyvallah, aşka gidene uğurlar olsun dediğimiz bir yolculuktur kimi zaman. Kaybedilendir, kazanılandır,  ölçüsü olmayandır, kuralsızdır, kalıpsızdır, şekilsizdir aşk…  Benliğinizde ve bedeninizde tezahür eden hallerini anlatsanız bile, aşkın kendisini anlatmanız dünyanın en zor işidir bence.

İşte bu yüzden o bir türlü anlatılamayan şeyi, kendi ruhumuza yansıyan şekliyle yorumlamak görevi verilen bizler, aşkın hizmetkarı ve insanların gönül gözüyüz. Bunun için kalbimizde çırpınan kelimeleri insan için, insana sunmaya talip olmuşuz

ENHEDUANNA

Milattan Önce 2300 yıllarının birinde dünyadaki ilk şairin bir kadın olduğuna dair bilgileri, bulunan tabletlerden anlıyoruz. Akad Kralı büyük Sargon’un kızı Enheduanna bugüne uzanan bir şiirinde

Hayatım alevler içinde. 
O beni dağlardaki böğürtlen dikenlerinde 
mecbur etti yürümeye. 
Sıyırdı başımdan, 
bir baş rahibeye yaraşan tacı. 
Bir hançer ve bir kılıç verdi elime, 
ve dedi; 
“senin için yapıldı bunların ikisi de, 
çevir onları hemen kendi öz bedenine”

Gördüğünüz gibi MÖ 2300 yılında bile yaşadığı çelişkileri ve aşkın acısını net ve değerli bir biçimde dile getirmiş Enheduanna.

APRIN ÇOR TİGİN

Ön Türkler’in bilinen ilk şairi Aprın Çor Tigin“Sevgili” adı verilebilecek olan şiirinde, Uygur edebiyatının, dolayısıyla Türk şiirinin ilk ve en eski lirik 
şiir örneğinde aşık olduğu sevgilisini şöyle anlatıyor. İki dize alıntıdır. 

kasınçığımın öyü kadgurar men

kadgurdukça

kaşı körtlem

kavışıgsayur men

Yavuklumu düşünüp dertleniyorum.

dertlendikçe

kaşı güzelim

kavuşmayı özlüyorum

kireyin tiser

kiçigkiyim

kirü yime urnaz men

kin yıpar yıdlıgım

Sokulayım desem (sana)

yavrucuğum

gene de sokulamam ki ben

misk gibi güzel kokulum! 

MEVLANA

Evrensel sevgisi ve hoşgörüsüyle sadece ülkemizde değil bütün dünyada kitleleri fikir ve duygu dünyasının peşinden sürükleyen Hazreti Mevlana 
Aşkı şöyle anlatmış:

“Aşk benim uykumu aldı götürdü. Uyku da aşkı götürdü. Zaten gerçek aşık uyuyamaz. Aşk canı da, aklı da, yarım arpaya bile almaya tenezzül etmez.

Aşk, kana susamış siyah bir arslandır. O aşıkların gönül kanından başka bir şey içmez.

Aşk sevgi ile sana yaklaşır, seni tuzağa düşürür. Sen onun tuzağına düşünce, o senden uzaklaşır. Uzaktan senin halini, ayrılık ateşi ile yanışını seyre başlar.

O çok güçlü, çok kuvvetli bir emirdir, korku nedir bilmez. İşkenceler yapar, suçsuz olduğun halde seni ezer, hırpalar durur.

Aşkın eline avucuna düşen, bulutlar gibi ağlar, gözyaşları döker. Fakat onlardan uzak duran da, asık suratlı, duygusuz, soğuk bir kişi olur. 
Kar gibi donar, buz kesilir.

Aşk binlerce gözü ağlatır, sonra da ağlattıklarını güldürür. Binlerce kişiyi ağlatıp inleterek öldürür de, hepsini bir sayar.”

YAVUZ SULTAN SELİM

Bir de cihan sultanı Yavuz Sultan Selim’in şu muhteşem şiirine göz gezdirip aşkı mısralara nasıl nakşettiğine bakalım.

Merdüm-i dîdeme bilmem ne fusûn etti felek
Eşkimi kıldı füzûn giryemi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek 

HÜRREM SULTAN

Ben Allah'ın yarattığı bu kainat içinde kaybolmuş birisiydim. Ömrümün baharını sizin mücevher kutunuzdaki bir inci olarak korumanız altında yaşadım. Hasret acısıyla kıvranan ve çektiği ızdıraplar yüzünden perişan olan bu çaresiz kulunuzdan bu değersiz sızlanmaları kabul ediniz. Ben sadece sizin yanınızda huzur bulabiliyorum. Sizin yanınızda olmaktan duyduğum mutluluğu anlatmaya kalemler yetmez. Sizinle birlikte olduğumuz anların hatırası, sizin yanınızda geçirdiğim günlerin anısı, bu miskinin gönlünde hep yaşamaktadır. Hiç olmazsa sizinle yaşadıklarımız, sizinle ortak anılarımız sayesinde biraz olsun teselli bulabilmekteyim. Esen rüzgarlar, çektiğim acıları size ulaştırsa anlarsınız ki kulunuzun durumu feryat ve figan eden bülbül gibidir. Sizden ayrı kaldığımda dermanım, takatim kalmıyor. Kimse acılarımı dindiremiyor. Gamla dolu gönlümü görseniz, ayrılık acısıyla inleyen bir ney gibi hasta ve perişan olduğumu hemen anlarsınız."

Görüntünün olası içeriği: 10 kişi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar ve iç mekan

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’

Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tâbanım

Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım

Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim

Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım

Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im 

Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım 

Nebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim 

Azizim, Yusuf’um varım, gönül Mısr’ındaki hanım

İstanbulum, Karaman’ım, diyar-ı milket-i Rum’um

Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdad’ım, Horasanım

Saçı marım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım

Ölürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanım
 

Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim

Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim! 

ATİLLA İLHAN

“saklı bir sevdadır bulduk sığındık
bu büyülü bir aşk çünkü yasak
gizli bir mutluluk ki ne söylesem az
bin yılda yaşasak hiç de yaşamasak
varımız yoğumuz aşkımız artık
hayatım ona tutsak
adı şehnaz” 

ŞÜKUFE NİHAL

Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır.

Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?

Bir salgın alevsin içimde bugün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın...

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim

CEMAL SAFİ

Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim
Kalmasa da şöhretimi duymayan
Kimliğimi tarif etmek zor benim

Bülbül benim lisanımla ötüştü
Bir gül için can evinden tutuştu
Yüreğine Toroslar’ dan çığ düştü
Yangınımı söndürmedi kar benim

Kimsesizim hısmım da yok hasmımda
Görünmezim cismimde yok resmimde
Dil üzmezim tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim
Benim adım aşk!

SİNAN YAĞMUR:

Gel. Aşka, sus çiçeğine renk vermeye gel. Âşıkmış gibi davranan bahara ahu zar dikenini batırmaya gel. Bazı aşklardan yeniden doğarak çıkarız, yolumuz ulaşır ilahi aşka. Bazen de aşk çölünde parça parça ölerek mahzun kalırız. Biz dünyanın aşk mağdurlarıyız. İlahi kader bizi bin türlü belaya düçar etse de, bezm-i elestte dediğimiz beladan vazgeçmeyiz. Arafta kalmak gibi bir tercihimiz yok bizim. İlla aşk. İlla bela. Aşk yolculuğunun yakınlık ve uzaklık mesafesi olmaz. 
Aşk yolunda olanın, Ya bulamazsam derdi olmaz. Sen yola düşmeden bir bak bakalım yüreğine, yol sana kısmet olup düşmüş mü?

MEHMET NURİ PARMAKSIZ:

Ellerde, avuçlarda, senin ismin anılsın.
Gönlümdeki aşkın yine yoklukta sanılsın!
Yükselsin o rûhum, göğe çıksın, sana değsin.
Çektirdiğin âhlarla gönül gökleri eğsin ! 

Heyhat! Kara sevda denilen yol ne de dardır. 

Aşk bitti mi  dünya kelebek ömrü kadardır.  

Yukarıda okuduğum her yazıda, şiirde, mektupta yazılı metinlerin ilk ortaya çıkışından beri aşkın hallerinin nasıl anlatıldığını gördük.  Aslında bugünde değişen hiçbir şey yok aşk yine hep var. Özü aynı kalsa da zamanın ruhuna göre biçimsel değişikliklerle yaşanıyor. Eskilerde olduğu gibi hasreti çekilen ama mektubu gelmeyen sevgili uğruna verem olan kimse yok artık. Şimdilerde her an, her dakika teknolojik imkânlarla sevgililer birbiriyle iletişim içindeler. Ben şahsen bu kadar iç içe olmanın aşkın gizemini ve efsunlu tarafını sıradanlaştırdığını ve zorunlu bir hesap verme hali yarattığını görüyorum. Şimdi Ediz Hun ve Türkan Şoray filmlerindeki o masumiyeti bize hissettirecek bir aşk yaşanıyor mu hala bilmiyorum. Bu yüzden bir şair ve yazar olarak belki de o eski saf, yalın, gizemli aşk hikâyelerine bir gönderme yapmak adına günümüzün ruhuyla özdeşleşen ama özünde aynı saflığı barındıran bir roman yazmaya karar verdim.  Aşk Vazgeçmez.

Romanın kahramanı Ürgüp Gülşehir’den diş hekimliği Fakültesini kazanarak İstanbul’a gelen Gülru isimli çok güzel bir genç kız. Küçük yerlerin geleneksel terbiyesi ve ataerkil aile bağlarıyla yetişmiş. Fedakâr bir Anadolu kadını olan annesi, bir de kız kardeşi var. Babası kızının eğitimi ve iyi bir meslek sahibi olması için elinden gelen her şeyi kısıtlı bütçesine rağmen sağlamaya çalışmış prensipli ama fedakâr biri. Eliyle İstanbul’a getirdiği evladını sıkı kuralları olan bir kız yurduna yerleştirirken ona verdiği öğüt şu:

“Evladım, sen bizim gözümüzün nurusun. Gururumuz, geleceğimizsin. Sakın unutma;  aile ocağı insanın sığındığı en güvenli yerdir. Ne sıkıntın olursa olsun biz bilelim ki, çare bulalım. Burası İstanbul, iyisi de kötüsü de çoktur. Kimseye güvenme, bilmediğin kişilerle samimiyet kurma, okulunu ve derslerini her şeyin üzerinde tut. Sana güveniyorum yavrum.” 

Fakat kaderin onu götürdüğü yer babasının dediği gibi olmasına imkân verecek midir? Yurtta intihar eden dünya güzeli bir genç kızın ölümünden sonra başlayan olaylar zinciri Gülru’yu sırlarla dolu gizemli bir aşkın içine çekerken, onun özündeki sevgi doğruluk ve derinlik, peşinde büyük iç çatışmaları da birlikte getirir.  Zamanın ve mega bir şehrin karmaşasındaki devinimler ve olaylar onun kaderini belirleyecek kararları sorgulamasına sebep olur. O, ailesinin beklentilerinden ve inandığı değerlerden hareketle yolunu çizmeyi hedeflemektedir.  Hayat onu zorlayacak, yoracak, ölümle burun buruna getirecektir. Yine de aşkın en vazgeçilmez halinin bir neferidir Gülru. 

Kader onu hiç ummadığı bir yerde ve zamanda Koray’la karşılaştırır. Gizemli yakışıklı ve hayran olunası biridir Koray. Zengindir çok şeyler yaşamıştır buna rağmen kalbinin derinliklerine saklı bir masumiyet ışığı vardır bakışlarında. Gülru’nun fark ettiği de budur. Hiç tanışmamış olduğu duyguların içine onu çeken şey bu ışıktır. Aslında ikisinin de yetiştirilmeleri, yaşantıları, düşünceleri farklıdır. Yine de bir bakışta bütün engelleri yıkan, bütün olmazları olduran o ilahi güç devreye girmiş ve kalplerini birleştirmiştir. Koray ilk buluşmalarında bunu şöyle ifade eder.

“Nasıl oldu bilmiyorum Gülru!.. Daha yüzüne ilk baktığımda gözlerinden ruhuna açılan bir kapı gördüm sanki. Beni simsiyah büyüsünden geçirip hiç tanımadığım bir yere götürdü gözlerin… Orada dingin bir huzur, saf bir mutluluk vardı.  Yani… Nasıl anlatsam bilmiyorum…  Gözlerinde, kendi cennetinde sessizce oturup aşkı bekleyen bir meleğin yüzünü gördüm ben. Sende benim hiç bilmediğim, hiç yaşamadığım bir şey var… Bu nedir bilmiyorum ama öğrenmek istiyorum…”

Yaşadığı hiçbir şeyi geride bırakamazdı Gülru, ruhuna işlemiş her şeyden soyunarak yepyeni biri olmayı aşkın karmaşık hallerinde öğrendi. Hem de en acısından… Benliğiyle mücadele ederken gizemli sır dolu ve onu şüpheler içinde bırakan müthiş bir maceranın içinde buldu kendini.  Bu yüzden sevgiliye seslenirken yalnız bir nehir kuşu gibi çaresiz ve üzgündü: 

Sevgili, 

Kafesi açık unutulmuş bir kuş gibi biçare ve şaşkın uçtum sana. Öylesine önüne katmıştı ki beni rüzgârın… Bilmedim, anlamadım aşka düşene kadar. 

Seni sensiz yaşamak olmuyor. Öksüz bir hıçkırık bekliyor hep boğazımda. Anıların peşinde kayboluyor yüreğim.

Fasit dairede gezer gibi kendimden çıkıp kendime dönüyor, varışımın aslında gidişim olduğunu görüyorum.

Bu esrarlı, bu bilinmedik haller, yüreğimin bu kör dövüşü nedir?

Nedir beni korkusuzca azgın nehirlere sürükleyen, kayalara çarpa çarpa kendime bin defa bölen, sonra her parçamı toplayıp yeniden biçimlendiren? 

Anladım… 

Gözlerinin siyahındaki geceler yolumdan ayırdı beni. Yansız, yönsüz kaldım. Senin aşkındaki sensizlikte kayboldum ben… 

Oysaki ölüme selam durmuş bir nehir kuşu gibi korkarak konmuştum dallarına.

Ve dalların kanatlarımı kırarken ben kanatlarıma değil, dallarına ağlıyordum.. 

Kaderin, kalbi götürdüğü yer neresidir? Bunu hiçbirimiz bilemeyiz. Aşka ne zaman, nerde, hangi yaşta, kimde rastlayacağız? Bütün kurallardan arınmış, bütün şekillerden azadedir aşk ve unutulmazdır. Her aşk yaşandığı zamanın hücrelerine işleyerek varolmuştur. Fizik kurallarına göre madde bile yokken varedilemez ve varken yok edilemezse; mana, ruh aleminde aşkı varettiği  anı kayda geçirmez mi? O an ve akış ruhani boyutta yaşanmış olarak kozmik bir mühürle kalbe kodlanmaz mı?. İşte Gülru’ da bunu sorguluyor düşüncelerinde: 

Neden her bakışım senden kalan bir ışık saklıyor içinde? Neden aşktan geçip kendi acısına göç eden ürkek bir kuş gibiyim? 

Ya sen?

Hangi dalgaların kıyısında kaldın yalnız ve sevgisiz? 

Özledin mi beni? Kaçtın mı benden? Unuttun mu? Bilmiyorum… 

Belki de umutlarının tükendiği bir yol ağzında yüreğin. 

Benimse dilimde dua, gözümde hasret, benliğimde sen… 

Bekliyorum… Beni benden sakınarak, ağlayarak bekliyorum. 

İçimde şehirler yıkılıyor, duygularım toz duman, sefil bir karanlığın çöktüğü yerde bekliyorum seni. Diyerek sesleniyor sevdiğine. 

Fakat kader de kendi yolunu çizecektir elbette. Hem de en şaşırtıcı ve yıkıcı haliyle getirecektir Gülru’ya sürprizlerini. Zaman kendi doğrultusunda bütün ihtişamı ve olaylarıyla ilerlerken. Saf bir kalbin içinde gittikçe büyüyen aşk ve hasret kendi bentlerini yıkarak çoğalmaya çalışmaktadır. İmkansızlığın derin kuyusunda ve sınırları çizilmiş bir ruh coğrafyasında bunu başarabilmek mümkün müdür?. Bir yandan ülkemizi kasıp kavuran yüzyılın en büyük göç dalgası, diğer yanda acısını adeta Yusufun kuyusuna saklamış tertemiz bir genç kız…  Türkiye’nin bir ucunda tam da sınırdaki bir mülteci kampında onu bu kuyudan çekip çıkaracak bir ışık var mıdır? Bunu bilemez çünkü okuduğu kitabın satırları arasındaki Züleyha’nın sözlerindedir artık ruhu… En karmaşık anında okuduğu satırlar belki de yürek yangının bir başka yazar tarafından dile getirilmiş halidir.

“Yusuf! Benim parlayan yıldızım, çölden gelen ışığım sen değil miydin? Hasretin kuyusunda yana yana aşkla yıkanan bu bedenim, Nil’in sularında ne bulsun? Susma… Seni gecenin derininde titreyen alevlere elimle teslim edenim ben… Şimdi gizli gizli ağlayan sükûtumun kalbinde dilsizdir ağzım… Sürülmüş toprağa vurgun bir tohum gibi beklemekteyim seni. Ah benim yıldızım, canımın hayat kaynağı… Seni ellerimle benim için benden ettim…”

Zaman hatıraları ve bütün yaşanmışlıkları kendi hafızasında saklar ve yeri gelince belleğinizden damıtarak yüreğinize yeniden hatırlatır. Gerçek aşkı tanımıştır Gülru… Artık bütün mücadelesi kendi inançları ve yalan sandığı gerçeklerin arasındadır. Bu savaştan kim galip çıkacaktır? Saplantılı ve travmatik insanların kendi kader çizgisini nasıl değiştirebildiğini görmüştür. İmkânsızlıkların içindeki karanlığın yüzünü tanımıştır. Daha güçlü ama daha kırılgandır. Yine de aşka olan inancını hiç kaybetmemiş olaylar ve şartlar nasıl gelişirse gelişsin, aşktan vazgeçemeyeceğinin bilincine varmıştır. Ona göre aşkı tanıyan yürek onu asla unutamaz. Fakat bu konuda önemli bir tespiti de vardır. Kendi yaşadıklarını ve hissettiklerini en samimi arkadaşı Emel’le yaptığı şu konuşmada nasıl yorumladığını görürüz.

“Aşk biten bir şey değildir, değişen bir şeydir arkadaşım. Sevgiye döner, nefrete döner, alışkanlığa döner veya öldürürsün kalbinde onu… Ama ne gariptir ki gömdüğün yer yine kalbindir…

Gülru’nun aşk yolculuğunda sırlar, korkunç olaylar, travmatik ve saplantılı insanlar ve inanılması zor bir maceranın yanı sıra; dostluk, paylaşım, aile bağları, sevgi, yardımlaşma, mücadele, inanç ve azmin harmanlandığı bir dünya bulacak, siz vazgeçtiğinizi sansanız bile aşkın sizden vazgeçmediğini öğreneceksiniz.

Sayın İlter Yeşilay'a katılımlarından dolayı oğlu Volkan Yeşilay tarafından bir 
“Teşekkür Belgesi” takdim edildi.


Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve iç mekan

Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan şiir dinletisi Bayram Yelen tarafından gerçekleştirildi.

Hüseyin Gürsoy, Ömer Yılmaz, Musa Ay, Orhan Altun, Niyazi Bali, Bekir Yeğnidemir, Pehlivan Uzun, Volkan Yeşilay, İlter Yeşilay, Sibel Unur Özdemir, Fevzi Daşkın, Hami Özalan, Hanlar Koca, Hüsnü Ekizceli, Şenses Us, Muzaffer Tez Esen, Ayana Yalçıntuğ, Nalan Pulat, Bayram Yelen, Ülkü Önal, M.Münir Atalar, Nurettin Gür Ozanoğlu, Seyfettin Çoban, Hüseyin Ünlü, Müzeyyen Keskin, Ali Kahraman, Mehmet Akif Bilir, Necati Çakırca, Hamza Koçak, Veli Zor, Yeter Bektaş, Sadık Kılıç, Necati Arslan'da etkinliğe katılan isimler arasındaydı.

Fotoğraf açıklaması yok.

TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ

Adres: İzmir 1. Cadde No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA 

Tel: 0312 419 49 38  / Fax: 0312 419 49 39

Web:  www.ilesam.org.tr

E- Posta : ilesam@ilesam.org.tr




 Okunma Sayısı : 927         06 Mayıs 2019